Kömür, küresel enerji sisteminde günümüzde hâlen en yaygın kullanılan fosil yakıtlardan biri olmaya devam etmektedir. Dünya genelinde birincil enerji arzının yaklaşık %26–27’si kömürden karşılanmaktadır. Elektrik üretimi açısından bakıldığında ise kömürün payı daha da belirginleşmekte ve küresel elektrik üretiminin yaklaşık %35–36’sı kömür yakıtlı santrallerden sağlanmaktadır. Bu oran, özellikle Asya merkezli ekonomilerde çok daha yüksek seviyelere çıkmaktadır. Bazı büyük ekonomilerde kömür, toplam elektrik üretiminin %55–65’i arasında değişen bir paya sahiptir. Bu durum, kömürün yalnızca tarihsel bir enerji kaynağı olmadığını, aynı zamanda güncel enerji arz güvenliğinin de temel unsurlarından biri olduğunu göstermektedir.
Kömür tüketiminin bölgesel dağılımı incelendiğinde, küresel toplam kömür tüketiminin yaklaşık %75’inin Asya-Pasifik bölgesinde gerçekleştiği görülmektedir. Bu bölgeyi yaklaşık %10–12 payla Avrupa ve %8–9 payla Kuzey Amerika izlemektedir. Son on yılda Avrupa’da kömür tüketimi %30’un üzerinde azalırken, aynı dönemde Asya’da toplam kömür talebi mutlak değer olarak artmaya devam etmiştir. Özellikle elektrik talebindeki hızlı artış ve sanayi üretiminin yüksek seyri, kömürün bu bölgelerde stratejik bir enerji girdisi olarak korunmasına neden olmaktadır. Buna karşılık gelişmiş ekonomilerde kömür, giderek “azalan ama henüz tamamen terk edilemeyen” bir kaynak konumuna gerilemektedir.
Elektrik üretiminde kömürün rolü yalnızca miktarsal değil, sistemsel açıdan da önem taşımaktadır. Kömür santralleri, küresel ölçekte toplam kurulu elektrik gücünün yaklaşık %30’una karşılık gelmektedir. Bu santraller, kesintisiz ve sürekli üretim sağlayabilme özellikleri nedeniyle baz yük santrali olarak kullanılmaktadır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının payı hızla artmasına rağmen, güneş ve rüzgâr gibi kaynakların üretim dalgalanmaları, kömür santrallerinin sistem dengeleme işlevini kısa vadede vazgeçilmez kılmaktadır. Bu nedenle birçok ülkede kömürden çıkış hedefleri açıklanmış olsa da, fiili kullanımın kısa vadede hızlı bir düşüş göstermediği görülmektedir.
Sanayi sektörü, kömür talebinin ikinci büyük belirleyicisidir. Küresel kömür tüketiminin yaklaşık %20–22’si demir-çelik sektöründe kullanılmaktadır. Ham çelik üretiminin yaklaşık %70’i hâlen kömür bazlı yüksek fırın teknolojileriyle gerçekleştirilmektedir. Yıllık küresel çelik üretimi 1,8 milyar tonun üzerindedir ve bu üretim süreci ciddi miktarda kömür tüketimini zorunlu kılmaktadır. Alternatif teknolojiler geliştirilmekte olsa da, mevcut üretim altyapısı nedeniyle kömürün sanayideki ağırlığının kısa vadede radikal biçimde azalması beklenmemektedir. Bu durum, kömürün enerji dönüşümünde en dirençli alanlardan birinin ağır sanayi olduğunu ortaya koymaktadır.
Kömür piyasasının ekonomik boyutu da raporda güçlü biçimde öne çıkmaktadır. Küresel kömür ticareti yıllık yaklaşık 1,4–1,5 milyar ton seviyesindedir. İhracatın büyük bölümü sınırlı sayıda ülkeden yapılırken, ithalatçı ülkelerin sayısı oldukça fazladır. Bu yapı, küresel kömür fiyatlarının jeopolitik gelişmelere karşı son derece hassas olmasına yol açmaktadır. Son yıllarda kömür fiyatları bazı dönemlerde önceki ortalamaların 2–3 katına kadar yükselmiş, bu da kömürle çalışan elektrik santrallerinin maliyet avantajını ciddi biçimde zayıflatmıştır. Böylece kömür, her zaman “ucuz enerji kaynağı” olarak görülen konumunu büyük ölçüde kaybetmeye başlamıştır.
Çevresel etkiler açısından kömür, fosil yakıtlar arasında en yüksek karbon yoğunluğuna sahip kaynaktır. Küresel enerji kaynaklı karbon salımlarının yaklaşık %40’ı kömür kullanımından kaynaklanmaktadır. Bir kilovat-saat elektrik üretimi başına kömür santrallerinde ortaya çıkan karbon salımı, doğal gaza kıyasla yaklaşık 2 kat, yenilenebilir enerji kaynaklarına kıyasla ise çok daha yüksek seviyelerdedir. Bunun yanında kömür madenciliği faaliyetleri, arazi bozulması, yeraltı suyu kirliliği ve partikül madde emisyonları gibi çevresel ve sağlıkla ilgili sorunlara yol açmaktadır. Özellikle kömür yoğun bölgelerde hava kirliliğine bağlı erken ölümlerin toplam ölümler içindeki payının %5–10 aralığında olduğu tahmin edilmektedir.
Enerji dönüşümü sürecinde kömürün geleceği, raporda sayısal senaryolarla da ele alınmaktadır. Mevcut politikalar devam ettiği takdirde, küresel kömür talebinin 2030’a kadar sınırlı bir düşüşle ancak %10–15 oranında azalabileceği öngörülmektedir. Daha iddialı iklim politikalarının uygulanması halinde ise bu azalmanın %30’un üzerine çıkabileceği değerlendirilmektedir. Ancak bu senaryoların gerçekleşmesi, yalnızca enerji üretim teknolojilerinin değil, aynı zamanda finansman, istihdam ve bölgesel kalkınma politikalarının da eş zamanlı dönüşümünü gerektirmektedir.
Sonuç olarak rapor, kömürün küresel enerji sisteminde hâlen çok büyük bir hacme ve etkiye sahip olduğunu, ancak bu etkinin giderek artan ekonomik, çevresel ve politik baskılar altında şekillendiğini göstermektedir. Kömür bugün dünya elektriğinin üçte birinden fazlasını üretmekte, milyarlarca tonluk bir pazarı beslemekte ve milyonlarca kişiye doğrudan ya da dolaylı istihdam sağlamaktadır. Buna karşın karbon salımlarının en büyük kaynağı olması nedeniyle enerji dönüşümünün merkezindeki tartışmaların da odağında yer almaktadır. Bu nedenle kömürün geleceği, yalnızca teknik bir enerji meselesi değil; aynı zamanda kalkınma, sanayi politikası, istihdam ve çevresel sürdürülebilirlik arasında kurulacak hassas dengeye bağlı çok boyutlu bir stratejik karar alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yorumlar