Kritik Minerallerde Küresel Eğilimler, Pazar Dinamikleri ve Güvenlik Riskleri
Küresel iklim değişikliğiyle mücadele, ülkeleri düşük karbonlu ekonomilere yönlendirmektedir.
Bu dönüşüm, enerji sektöründen ulaşıma, sanayiden dijitalleşmeye kadar pek çok alanı dönüştürmektedir.
Böylesi bir dönüşümde kritik mineraller, yalnızca enerji sektörünün değil, tüm yüksek teknolojili ekonominin temel taşlarını oluşturmaktadır. Elektrikli araçlar, batarya depolama sistemleri, yenilenebilir enerji santralleri ve şebeke altyapıları bu minerallere olan talebi katlamaktadır.
Lityum, Kobalt, Nikel ve Bakır: Talebin Motorları
Özellikle lityum, son yıllarda kritik mineraller arasında başı çekmektedir. 2024 yılında lityuma olan küresel talep yaklaşık %30 artmış, bu artış son on yılın ortalamasının üç katına çıkmıştır.
Lityumun yanı sıra nikel, kobalt, grafit ve nadir toprak elementlerine olan talep de hızla yükselmektedir. Bu minerallerin her birinin talep artış hızları 2024’te %6-8 bandında gerçekleşerek, küresel enerji dönüşümünü destekleyen ana girdiler olmuştur.
Bakır ise, elektrikli altyapıların vazgeçilmezi olarak öne çıkmaktadır.
Çin’in elektrik şebekesine yönelik devasa yatırımları sayesinde bakıra olan talep %3 artış göstermiştir.
Bu oran küçük görünse de bakırın toplam pazar büyüklüğü nedeniyle küresel arzı zorlayan bir dinamik yaratmaktadır.
Üretim Artışı ve Fiyat Üzerindeki Baskı
Arz tarafında ise son yıllarda kayda değer bir hızlanma söz konusudur. Çin, Endonezya ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi ülkeler kritik minerallerin üretimini keskin biçimde artırmıştır. Bu üretim artışı, özellikle batarya metallerinde arz fazlası görüntüsü yaratmıştır. Nitekim batarya metallerinin 2020’lerdeki arz artışı, 2010’ların iki katı hızına ulaşmıştır. Sonuç olarak, lityum fiyatları 2021-22’de sekiz kat artmışken, 2023 sonrası %80’den fazla gerileyerek pandemi öncesi seviyelere dönmüştür. Grafit ve kobalt fiyatları %20, nikel fiyatı ise %10 gerilemiştir. Bu, piyasadaki aşırı arzın bir yansımasıdır.
Öte yandan baz metallerde tablo farklıdır. Bakır, çinko ve kalay gibi minerallerde arz daha sınırlı artabilmiş, bu da fiyatların yukarı yönlü hareket etmesine neden olmuştur. Bakır madenlerinin düşük tenörlü rezervlere kayması, yeni projelerin yüksek maliyeti ve uzun izin süreçleri arzın daha yavaş büyümesine yol açmaktadır. Bu nedenle bakırda uzun vadeli fiyat baskıları oluşabileceği öngörülmektedir.
2024 yılı itibariyle küresel kritik mineral yatırımları reel olarak sadece %2 büyümüştür. Bu oran, önceki yıllardaki çift haneli büyümelerle karşılaştırıldığında belirgin bir yavaşlamaya işaret etmektedir. Bu durum, gelecekteki arz projelerinin ertelenmesine veya iptal edilmesine zemin hazırlayabilir.
Nitekim keşif (exploration) faaliyetleri mineral bazında dağılmış bir tablo sunmaktadır. Lityum, uranyum ve bakır için keşif harcamaları artarken; nikel, kobalt ve çinko için düşüş gözlenmiştir. Bu da ilerleyen yıllarda bazı minerallerde arz sıkışıklığı riskini gündeme getirmektedir.
IEA’ya göre özellikle bakırda büyük bir arz açığı potansiyeli bulunmaktadır. 2035 yılında bakır piyasasında yaklaşık %30’luk bir açık oluşabileceği öngörülmektedir. Lityumda ise yakın vadede arz fazlası sürse de, hızla artan elektrikli araç satışları nedeniyle 2030’ların ortasında arz-talep dengesi yeniden eksiye dönebilir. Bu durum elektrikli araçların maliyetlerini artırarak dönüşüm hızını tehdit edebilir.
Arz Güvenliğinin Zayıf Halkası
Kritik minerallerde üretimin birkaç ülkeye yoğunlaşması önemli bir risk kaynağıdır. 2020’de ilk üç ülkenin toplam pazar payı %73 iken, 2024’te %77’ye yükselmiştir. Rafinasyon tarafında ise bu yoğunlaşma daha da çarpıcıdır. Örneğin nikelin %45’i Endonezya’da, kobaltın %75’i Çin’de rafine edilmektedir. Grafit ve nadir toprak elementlerinde Çin’in payı %95’in üzerindedir.
Arzın yalnızca coğrafi değil, mülkiyet bakımından da yoğunlaşması riskleri katlamaktadır.
Endonezya’da üretilen nikelin büyük kısmı Çinli şirketlerin tesislerinde işlenmektedir. Bu durum, fiziksel üretimin farklı bir ülkede olmasına rağmen kontrolün başka ülke şirketlerinde toplanmasına yol açmaktadır. Bu yapılar arz şoklarında küresel etkileri büyütecek potansiyel riskler barındırmaktadır.
Jeopolitik Gerilimler
Son yıllarda artan jeopolitik gerilimler, kritik mineral piyasalarını da doğrudan etkilemektedir.
Çin, 2023’ten itibaren kritik minerallerin ve ilgili işleme teknolojilerinin ihracatına kısıtlamalar getirmiştir. Özellikle nadir toprak elementleri, grafit, galium, germanyum ve antimon gibi yarı iletken üretiminde kullanılan minerallerde ihracat izin süreçleri sıkılaştırılmıştır. Bu durum tedarik zincirlerinde belirsizlikleri artırmaktadır.
ABD’nin 2025 yılında Çin’den ithalata %145’e varan tarifeler uygulaması, ticari dengeleri değiştirmiştir. Çin ise buna karşılık daha geniş ihracat kontrolleri ile yanıt vermiştir. Bu karşılıklı hamleler, kritik minerallerin yalnızca ekonomik değil, jeopolitik bir rekabet aracı haline geldiğini göstermektedir. Bu tablo, global enerji dönüşümü açısından daha karmaşık ve kırılgan bir dönemin sinyalidir.
Kritik minerallerin fiyat oynaklığı, çoğu zaman petrol ve doğal gazdan bile yüksektir.
Özellikle birçok mineralin bir yan ürün (by-product) olarak üretilmesi arz esnekliğini azaltmaktadır. Alternatif batarya teknolojileri (ör. LFP, sodyum-iyon) yeni minerallere bağımlılığı artırmaktadır.
LFP bataryalar için gerekli fosforik asidin %75’i Çin’de üretilmektedir. Benzer şekilde sodyum-iyon bataryalar için kilit olan yüksek saflıkta manganez sülfatın %95’i Çin kaynaklıdır.
Stratejik Hamleler
ABD, AB ve Avustralya gibi ülkeler bu risklerin farkındadır. Kamu fonları ile kritik mineral projeleri desteklenmekte; hızlı izin süreçleri, finansman kolaylıkları sağlanmaktadır. Örneğin AB, kritik hammaddeler yasası kapsamında 47 projeyi stratejik ilan etmiş ve öncelikli destek kapsamına almıştır. Bu, izin süreçlerinin hızlanmasına ve finansmana erişimin kolaylaşmasına katkı sağlamaktadır.
Uluslararası mineral diplomasisi de önemli bir ivme kazanmıştır. AB 14 ülkeyle hammadde mutabakatları imzalamış, Kanada ve Fransa Afrika ülkeleriyle doğrudan kritik mineral ortaklıkları geliştirmiştir. Bu tür ortaklıklar, kaynak zenginliği ile teknoloji ve finansman gücünü bir araya getirerek arz güvenliğini artırmayı hedeflemektedir. Bu yaklaşım çok taraflı tedarik zincirlerinin kurulmasına kapı aralamaktadır.
İzlenebilirlik sistemleri (traceability) son yıllarda yaygınlaşmıştır. Çin nadir topraklar için kapsamlı bir izleme sistemi kurarken, Endonezya SIMBARA sistemiyle nikel üretimini kontrol etmektedir. Bu sistemler hem yasa dışı madenciliği engellemekte hem de ülkelerin kendi kaynaklarından daha fazla ekonomik değer yaratmasına olanak tanımaktadır. Aynı zamanda sürdürülebilir, sorumlu üretim zincirlerinin inşasına katkıda bulunmaktadır.
Kırılganlıklar ve Kolektif Çözümler
Kritik mineraller, enerji ve sanayi devrimlerinin omurgasını oluşturmaktadır. Ancak arzın birkaç ülkeye yoğunlaşması, yüksek fiyat oynaklığı ve artan jeopolitik gerilimler, bu alandaki kırılganlıkları artırmaktadır. Gelecek için en doğru yol, üretimin coğrafi çeşitlendirilmesi, yeni madencilik ve geri dönüşüm teknolojilerine yatırım yapılması ve çok taraflı anlaşmalarla istikrarlı tedarik ağlarının kurulması olacaktır. Bu; enerji dönüşümünün hız kesmeden sürmesi, sanayilerin rekabet gücünü koruması ve tüketici maliyetlerinin yönetilebilir seviyelerde kalması için kritik önemdedir
Yorumlar